Rektörümüz Prof. Dr. Erdal Karaöz, koronavirus salgınına karşı kök hücre tedavisinin önemini anlattı.
Kök hücre çalışmalarının yoğunlaştığı ülkeler
Coronavirus (HCoV-19) enfeksiyonun neden olduğu ve pnömoni ve akut respiratuar distres sendromu (ARDS) gibi ağır klinik sonuçlara neden olan ve çoklu organ yetmezliğine kadar giden hastalık durumunda kök hücrelerin kullanılması fikri, bu virüsün çıktığı yer olan Çin’de başlamıştır. Arka arkaya 2 çalışma geçtiğimiz günlerde yayınlandı. İlk çalışma 7 hasta, ikinci çalışma 1 hastanın sonuçlarını içeriyordu. Sonuç olarak her iki çalışmada da, yaşlı hastalarda ve hastalığın ilerleyen safhalarındaki kişilere uygulanan kök hücre tedavisi sonrasında somut olarak iyileşme görülmüştür. Halen COVİD-19 ile ilişkili klinik tabloya ilişkin 23 aktif kök hücre çalışması devam etmektedir. Bunların büyük bir çoğunluğu Çin’de devam eden çalışmalardır. Bunun yanında, Avusturalya ve ülkemizde devam eden çalışmalar söz konusudur.
Kısa ve uzun vadede bu çalışmalardan elde edilebilecek sonuçlar
Bilindiği üzere bu pandemi için birçok ilaç ve aşı çalışması tüm dünyada devam ediyor. En önemli süreç elbette aşı çalışmaları olacaktır. Asıl amaç bu virüslerin saldırısından korunmayı amaçlayan aşı uygulamalarıdır. Bu çalışmalar devam etmektedir ve birçok otorite bu çalışmaların sonuçlanması için en az bir yıllık bir sürece ihtiyaç olduğunu belirtiyorlar. Bunun yanında bir kısım anti-viral ilaçlar ya da diğer bazı ilaçlar (kinin gibi) proflaktik amaçla kullanılmaya çalışılmaktadır. Ama bu ilaç ya da ilaç kombinasyonlarının etkinlikleri kanıtlanmamıştır. Dolayısıyla bu virüse maruz kalmış insanların %5-10 kadarı, özellikle yaşlı hastalar başta olmak üzere, kronik hastalıkları olanlarda, bağışık baskılayıcı ilaç kullananlarda, hastalığın ilerleyen dönemlerinde pnömoni (zatürre) ve ARDS gelişmekte ve nitekim hastalar bu nedenlerle kaybedilmektedir. Bu klinik sonuçlara gidilen süreçte, inflamasyon (yangı=iltihap), fibrozis ve ödem başlıca patolojik süreçlerdir. İşte kök hücrelerin bu aşamada olan hastalarda etkili olabileceği ön görüldü. Çünkü son 15-20 yıldır üzerinde en çok çalışılan ve Mezenkimal Kök Hücre olarak adlandırılan hücrelerin yukarıda bahsedilen hastalıkların tüm patolojik süreçlerinde olumlu etkileri olabildiğine ilişkin birçok kanıt; hem klinik öncesi hem de klinik yüzlerce çalışmada ortaya konulmuştur. Bu kök hücreler salgıladıkları birçok sinyal molekülüyle enflamasyonu baskılayabiliyor, fibrozisi ve ödem oluşumunu engelleyebiliyor. Bunun yanında, alarm durumuna geçmiş bağışıklık yanıtlarını düzenleyebiliyor ve azaltabiliyor. İşte birçok araştırma neticesinde öğrendiğimiz bu özelliklerinden dolayı, Çinli bilim insanları, insanlığın çaresiz kaldığı bu hastalığı tedavi etmek amacıyla kullanmışlar ve başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Kısa vadede bu başarılı birkaç sonuç neticesinde birçok klinik çalışma başlatılmıştır. Orta ve uzun vadedeki sonuçlarının olumlu olabilmesi için çalışmaların çok iyi tasarlanması gerekmektedir. Başka bir deyişle, uygun hasta seçimi, uygulama biçimi, tedavi protokolü, hasta takibi, hücrelerin kalitesi ve diğer ilaçlarla kombinsayonlar gibi birçok parametrenin mükemmel olması gerekmektedir.
Çalışmaların etkinlik durumu…
Çalışmaların etkinliği şimdilik ne yazık ki hastalığın son aşamasına gelmiş hastalarda kullanıldığı için, birçok parametreyle kanıtlanmaya çalışılıyor. Bu virüse maruz kalanlarda görülen en önemli bulgulardan biri olan, “sitokin bombardımanı ya da fırtınası” denilen sürecin kök hücre uygulaması sonrası görülen ilk bulgulardan biridir. Bunun yanında zatürre ve sonraki aşama olan ARDS’un klinik bulgularında gerileme olduğu rapor edilmiştir.
Çalışmaların virüse karşı verilen mücadeleye katkıları
Yukarıda bahsettiğim gibi, kök hücre uygulaması virüs bulaşmasını engellemez. Yani anti-viral bir ilaç ya da aşı gibi düşünülmemelidir. Virüsün neden olduğu patolojik süreçler sonucu oluşan klinik tabloyu düzeltebilir ya da bu tablonun gelişmesini geciktirebilir. Şu ana kadar bilgilerimiz hastalığın ileriki dönemlerine ve yaşlı hastalarla alakalı olduğu için, daha erken evre ve daha genç hastalarda bu tedavinin sonuçlarının daha umut verici olması olasıdır.
Koronavirüs ile alakalı gerçekleştirilecek klinik çalışmalarda ümit var
Son 20 yıldır kök hücre tabanlı hücresel tedaviler başta merkezi sinir sistemini ilgilendiren dejeneratif hastalıklar (ALS, Parkinson, gibi) olmak üzere, otoimmun hastalıklar (MS, romotoid artrit, Lupus gibi), diyabet, eklem rahatsızlıkları ve kas hastalıkları gibi birçok hastalıkta denendi ve denenmeye devam etmektedir. Bazı çalışmaların sonucu umut verici olmakla birlikte; bazı çalışmalarda beklentiler karşılanamamıştır. Şüphesiz bu başarısız çalışmaların protokolleri, tasarımları tartışılabilir olmakla beraber, sonuçların bu şekilde olması kök hücre tabanlı hücresel tedavilerinin rutin birer uygulama olmasının önündeki başlıca engeli oluşturmaktadır. Bununla birlikte son zamanlarda iyi tasarlanmış ve güvenilir ve ruhsatlı laboratuvarlarda üretilen hücrelerle gerçekleştirilen klinik çalışmaların sonuçları umut vermektedir. Bu kapsamda günümüzde ve gelecekte Koronavirüs ile alakalı gerçekleştirilecek klinik çalışmalarda ümit var olduğumu söylemeliyim. Şayet ülkemizde devam eden ve edecek çalışmaların sonuçları arzu ettiğimiz şekilde sonuçlanırsa, bu hastalıkla yaşanan çaresizliğin önüne geçilmiş olacaktır, aşı çalışmaları neticeleninceye kadar. Bundan başka, bu virüsle enfekte olup yukarıdaki patolojik süreçlere geldiği halde bir şekilde sağlığını kazanan bireylerin akciğerlerinde sekeller kalmaktadır. Birçok bilim insanı bu aşamada da bu hücresel tedavinin işe yarayabileceğini düşünmektedir.